Hayat Memat-2
Koçlukta neleri sevdim?
Koçluğun, altını çizerek söylediğimiz bir felsefesi var; akıl/yön vermeden, yargılamadan, denk bir ilişki içinde varılmak istenen noktaya gidişi kolaylaştırma, kişiyi yüreklendirme…
Bu ne demek? Kişiye kendini güvende hissedeceği, açık ve samimi olabileceği, kendini duyup, farkedebileceği ortamı sağlamak. Ayna olmak deniyor ya! Bunu ne için yapıyoruz?
Koçluğu sevme sebebim, yaşam felsefesi, deyim yerindeyse düstur olarak bazı nitelikleri yoksa kazanma, varsa güçlendirme yolculuğum…
1. Yargısızlık; nötr olma haline geçerek, kendi değer ve yargılarından sıyrılıp, kişiyle uyumlanmak, onu kendi yargı süzgecinden geçirmeden duymak, dinlemek. Hepimizin farklı değerleri var. Aynı zamanda, duyulmak, anlaşılmak, farkedilmek, saygı gösterilmek istiyoruz. Sizi yargılamadan dinlediklerinde ne hissedersiniz? Neler mümkün olur?
2. Karşındakinde iyiyi görebilme; birşeyin, bir kimsenin içindeki iyiyi, güzeli görebilmek, görme yetisini geliştirebilmek. Koçluk görüşmesinde beni en çok etkileyen, büyüleyen unsurlardan biri. 2 kişi uyumlanıyor, biricik, samimi, özel bir alan yaratılıyor ve karşındakine karşı “sevgi” hissediyorsun. Sevilmekten, sendeki güzelin farkedilmesinden daha da güzel birşey varsa o da, bunları senin başkaları için yapabilmen. Eleştirmek, olumsuzlar bulmak hiç zor değil. İyi ve güzel olanı farketmek, bulmak, ona odaklanmak nedense daha zor. Bugün “iyi ve güzel” olanı farkedin, gözlemleyin, neler buldunuz? Buna odaklanmak nasıl bir fark yarattı?
3. Olma hali; tüm yaptıklarımı/yapamadıklarımı bir kenara bıraktığımda, “kim” oldum, kim oluyorum, kim olmak istiyorum? Nasıl biri? Kendim olarak kendimde, çevremde nasıl bir etki yaratıyorum?
4. Eşsizlik; hepimiz biriz, bir bütünün parçalarıyız ve aynı zamanda eşsiz parçalarıyız. Türlü türlü veçhelerimiz var, zaman, mekan vs’ye göre değişebilen. Bizler farklı yönlerimizin birleşmesinden oluşuyoruz. Her bir kimse ise ortak bir olayda birbirinden farklı yönlerini sergileyebiliyor. Her durum biricik, bizim her tepkimiz, kurduğumuz her ilişki de biricik ve eşsiz.
Bütün bunları ben şöyle özetliyorum; “Niyetin ne, dikkatin nerede?”. Hani derler ya “niyetin üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi”? Bir mesele karşımıza çıktığında, bize kılavuzluk edebilecek basit bir sorgulama olduğuna inanıyorum bunun. Seçim veya tercih yaparken, hatta güne başlarken bile bilinçli niyetlerle hareket edebiliriz. Gerçek niyetim ne, bu niyetle örtüşen tutum ne? Nasıl bir “ben” olmaya niyet ediyorum? Peki dikkatim nerede, olmak istediğim kişiye hizmet ediyor mu? Star Wars’da söylediği gibi: “Your focus determines your reality” (Neye odaklandığınız kendi gerçeğinizi belirler).
Anneannem
Onun bizler gibi ölümlü olduğunu hiç düşünmemiştim.
Yaşam ölüm konuları ne zaman konuşulsa onu örnek gösterdim, bir daha yapabilir miyim bilmiyorum. Hayatı nasıl kavradığını, hem zihinsel olarak hem de elleriyle…
Ona birşey olacak diye 25 yıl once başladım zaman zaman ağlamaya. Öyle tuhaf ki hayat, bir noktadan sonra onun dokuz canlı olduğuna kanaat getirip bu sefer anneme üzülmeye başladım. Annem öyle gayret etti ki, sadece yaşatmaya değil, “gerçek”, arzu ettiği gibi yaşamı sağlamaya. Seyahatler, dolu dolu gündelik hayat, aile buluşmaları, neler neler…
Maya 2,5 aylıkken konuşma sesleri çıkarmaya başladığında ikinci felçle beraber konuşamaz olmuştu. Ne kadar uğraşılsa da konuşamadı tam 9 yıl… Maya’yle aynı anda konuşsalar kıyamet kopardı diyordum, el vermiş çünkü… Konuşamadı, o otoriter, herkesin gelip akıl danıştığı, zehir gibi insan. Ama ifade edebildi, hiç geri kalmadı. Hesap sorma, sorgulama, takdir etme, onaylamama, tarif etme, fırçalama, yepyeni isteklerde bulunma, gezme, tozma, dil olmasa da güçlü bir ifadeyle!
İstanbul’a her geldiğinde “bi daha gelemem belki” diyerek, tekerlekli sandalyesi ile ver elini Paris, İtalya, İsrail, Makedonya, umre nereleri gezdi! Bir de yazları gittiği köyünde köylülerine “Paris’i görmeyen hiçbir yeri görmemiştir” diyerek!
Pilliydi anneannem! Tam 3 pilin hakkını verdi. Aziz Nesin kalpten gidersek sağlam böbrekler ziyan olacak dermis, anneannem hiçbir organını ziyan etmedi.
Çıralı’da müşteri sezonu başlamadan once birkaç hafta kaldığımız olurdu birlikte. Sabah ekmek makinasında yaptığım ekmekle lezzetli kahvaltımızı yaparken onun sabah programlarını seyrederdik.
Tarhana, sirke, salça…
Anneannemin rahlesinden geçtik biz… Tasarruf, merhamet, ailenin dirliği çocuklarımıza şefkatli yaklaşım, öncelikler, hayattan zevk alma, merak, ilgi, Öyle dolu dolu, öyle hakim, öyle akıl fikir sahibiydi ki… Büyük yer kaplıyordu. Sadece aile değil, geniş çevrelerden gelip akıl danışırlardı. Kendisini 15 yaşındayken kaçırmış olan, 15 yaş büyük “efendi” dedem inanılmaz bağlıydı “dilin kemiği yok” anneanneme.
İnanılmaz bir hafıza ve kayıt yeteneği vardı. Dolaplarını durmadan kontrol eder, envanter sayardı! Bize geldiğinde benim bile hatırlamadığım eşyaları sorar, takip ederdi. Tutumlu olmak, sahip çıkmak, gün gelir lazım olur saklamak çok önemliydi . Çok da becerikliydi. Eski eşya ve malzemeleri yaratıcı bir biçimde dönüştürür, kullanıma sokardı. Öylesine biriktirmezdi yani.
Koşulsuz ve sınırsız verirdi, ailesine, çevresine, korumak istediklerine… Enerjisi ve zihni hepsine yeterdi.
Bir başka bakıyorum artık benim için ördüğü, üzerinde Senem ve Nimet yazılı perdeye… Daha ortada çocuk hatta evlilik yokken “interden modellere bak” diyerek ördüğü çocuk kıyafetlerine…
Orta Yaş Üzerine
46 yaşında bir gencim ama orta yaşın ne hissettiğini anlayabiliyorum!
Gencim derken, geçenlerde 8 yaşındaki oğlumla aramızda şöyle bir diyalog geçti:
“Babamla sen antikasınız. “
“O kadar yaşlı mıyım?!”
“Evet ama genç gibi davranıyorsun”
“Aaa!”
“Genç gibi görünüyor (herhalde gönlümü almak için) ve davranıyorsun ama yaşlısın.”
İşte genç değil de, orta yaş olduğumu idrak ettiğim an!
Bir de üstüne 13 yaşındaki kızımın boyuma ve bedenime oldukça yaklaşıp, önce botlarımı, sonra montumu giyebilmesi geldi. Gerçi buraya kadar sorun yok, hatta ben teklif ettim ve üzerine uyduğunda çok hoşuma gitti. Gelgelelim genç ruhumun her an giymek isteyebileceği, bir türlü -nedense- fırsat bulamadığım, ama giyebilme ihtimalini sevdiğim bir kot pantalonu kızımın üzerinde görüp, onda ne kadar güzel ve on’luk durduğunu anlayınca, işte o an idrakten bir üst seviyede bittiğim değilse de kabul ettiğim an.
Aslında sinyaller ta 3 sene önce oğlumdan geldi de, küçük şeker çocuk diyerek gülmüştüm sadece:
“Olgun şeyleri çok seviyorum”
“Mesela?”
“Sen” 🙂
Arkadaşlarımla buluşma yeri seçiminde bile huysuzluğum tutar, orta yaş ve emekli mekanlarına direnirim. Mekanlara bu yakıştırmayı da bizzat kendim yapıyorum, neye göre derseniz, enerji diyebiliriz:)
Her yaşın ayrı güzelliği var tabii. Buradaki çıkmaz rakamı içselleştirememek!
Oğlum da yaşıma taktı bu sıra! Sınıfımdaki en yaşlı anne sensin diyor. Araştırıp soruşturmuş. Öğretmenininkini de öğrenmiş, sana yakın sayılır dedi ve hemen ekledi “diğer öğretmenler genç ama!”:)
Orta yaş bunalımımdan memnunum şahsen! Çok eğlenceli geçiyor. Özenle doğallığını koruduğum erken beyazlamış saçlarımı boyatmaya başladım. Değişik renkler bile deniyorum. Mesleğimi kökten değiştirdim. Ertelediğim bir sürü merakımı denemeye başladım. Bazıları hobiye dönüştü. Hata yapma kaygısı taşımadan, neşe ve şifa niyetiyle; yelken, müzik, enstrüman, yeni dil öğrenme vs vs… Keşifler ve sürprizlerle dolu bir dönem diyebilirim.
Du bakali daha neler olacak!